mIRCForumlari - mIRC ve IRC Kullanıcılarının Paylaşım Platformu
  https://www.sosyalchat.com/


SohbetG.Com

Kullanıcı Etiket Listesi

Yeni Konu aç Cevapla
 
Seçenekler
Alt 01 Ocak 2023, 18:42   #1
Çevrimdışı
Üyelik tarihi: 07 Aralık 2022
Konular: 21281
Mesajlar: 24.385
Nerden: İstanbul
Cinsiyet: Erkek
Web Site: TRmIRC.Net
IRC Sunucu: IRC.TRmIRC.Net
Alınan Beğeni: 3914
Beğendikleri: 7042
@RahmetLi
Ruh Hali : : Olu Gibi
Standart Sultanların Şairliği - Şiirin Sultanları ve Fatih Sultan

Sultanların Şairliği - Şiirin Sultanları ve Fatih Sultan

Tarihte devlet adamlığına şairâneliği, mû-si-ki-şi-nas-lı-ğı, ressamlığı hâsılı her nevi sanatın icrasını mecz edebilmiş, iki elinde on marifet hükümdarlar gelip geçmiştir. Onların sürdükleri demin ardından bakıldığında insanlığın son adası olan Osmanlı’nın Türk sanatının zirvesinde yer aldığı görülür. Her devirde olduğu üzere müzik ve şiir Osmanlı saraylarının da en çok alaka çeken sanat dallarıydı. Osman Gazi’den başlayarak Sultan Reşad’a kadar hemen bütün padişahlara, pek çok şehzadeye, hatta hanım sultanların bir kısmına şairlik isnat edilmiştir. Elimizde bunların önemli sayıda divanları bulunmaktadır. Muhibbî mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman, Türk Edebiyatında en çok gazel yazmış şair unvanını korumaktadır. Bununla birlikte ismine nispetle Muradî mahlasıyla şiirler yazan III. Murad da, klasik şiirin en hacimli divanlarından birinin sahibidir.[1] Şimdiden hüküm verebiliriz ki Osmanlı sultanları şiirin de sultanlarıydılar.

Adil ve doğru sözlü olduğu kadar, mûsikiye de düşkündür II. Murat [1402–1451]. Zarif ve duygulu bir şairdir. Muradî mahlasıyla şiirler yazar. Şiirle ciddi anlamda meşgul olan ilk Osmanlı hükümdarı olarak gösterir kendini. 16. yüzyıl tarihçilerinden Sehî Bey, sultanımız için “gayetle tab’ı hoş ve nazik nihal şiirler söylerdi” demektedir.

Şerha şerha olmayınca dil, dimem aşk ana
Hayretinden virmeyince cân, dimem sâdık ana [2]

İkinci Murad’ın iki defa oğlu Mehmet nâmına tahtını terk etmesi hükümdarlar tarihinde benzersiz bir hadisedir. Tahttan ayrılış gerekçesi şudur ki: “Bunca demdür ibâdullah içun çalışup İslam’ı fitneden pâk ve düşmanın hayâtın çâk idüp, dîn ü devlet uğrunda gayret eyledik. Bir müddet dahi hükümetten el çeküp kûşe-i inzivâda pür huzûr ve âsûde hâl olmak hâtırdan geçer.”

Gerçi kim haddim değildir buseni kılmak dilek
Arif olan çün bilür, ânı ne lâzım söylemek… [3]

II. Murat her ne kadar bir köşeye çekilip kendini dinlemeye meyletse de bu tavrının hakiki sebebi devlet işlerinde yorgun düşmesi değildi. Sultan Kutlu Peygamberin lütfuna ve övgüsüne mazhar olmayı dilemiş, İstanbul’u kuşatmıştı. Üstadı Hacı Bayram Veli’nin göz bebeği şehzadesi Mehmed’in doğumunda, fethin bu şehzadeye nasip olduğunu müjdelemesi II. Murad’ı tahttan vazgeçirmişti. Sultan Murad iki defa küçük şehzadesi lehine çekildiği tahtına tekrar zahmetler çekmeye oturdu ve feht-i mübîni görmekle müşerref olamadı.

Sâki! Getür getür yine dünkü şarâbımı
Söylet dile getür yine çeng ü rebâbımı
Ben vâr iken bana bu zevk u bu safâ
Bir gün gele ki görmeye kimse türâbımı! [5]

(Ey içki veren! Getir yine dünkü şarabımı getir. Çenk ve rubâb çalgılarımı söylet, dile getir. Bu zevk, bu safa ben varken ben sağken bana lazımdır. Bir gün gelecek ki hiç kimse toprağımı bile bulup görmeyecek.)

II. Murad’a atfedilen bu şiirin okuyucu da, sultanın gününü gün etmek arzusunda olduğu izlenimi vermesi doğaldır. İkinci Murad devrinde şiir yazanların birçoğunu etrafına toplayarak onları teşvik ve himaye etmişti. Yazdığı şiirler bir divan teşkil edecek kadar çok olmamakla beraber zamanımıza kalan parçalarda kuvvetli bir lirizm görülmektedir.[4] Osmanlı padişahlarını akıcı bir üslupla ele alan Reşad Ekrem Koçu, padişahımız için “arada bâdeye de iltifat ederdi” tabirini kullanıyor. Hakikat, on yedisinde cihana padişah olan sultanın saltanatı, ardı arkası kesilmeyen seferlerle geçmişti. Ölüm döşeğinde son sözlerinin “bütün malım parmağımdaki yüzüktür. Helal malımdır. Satıla ve parası bitinceye kadar başucumda Kur’an okutula…”[6] olduğu rivayet edilmiştir ki bu sözler sultanın dünyayı yorumlayışını resmetmektedir.

Uykuda dün gece canım gibi canan gördüm
Ten-i efsûrdede kalkıp eser-i can gördüm

Ey Muradî şeh-i devran iken el’an sen
Zülfüne kılmış esir ol şeh-i huban gördüm [7]

Enderun mektebindeki öğretim konularına çeşitli müsbet ilim dersleriyle birlikte şiir, inşa ve mûsikîyi de ilave etmişti II. Murad. Gaza ve seferlerle geçen kısa ömrüne aşikâr sevdalar da nispet edilmişti. En meşhuru Mara’dır. Bir Sırp prensesi olması hasebiyle ayrı bir endama ve güzelliğe sahip olduğu muhakkaktır. Fakat sultanımıza olan tutkusu ifrat boyutundaydı. Mara, padişahın ölümünden sonra manastıra kapanıp rahibe olmuştu. Ne Murad’a yâr olabilmişti ne de ağyara bende. Bu şiir Gazi padişahımızca muhtemelen onun için yazılmış.

Sensizim canan, beni bir lahza bu cân alamaz.
Cennete varsam eğer huri ile gılman anlamaz.
Ben bana yar olayım tek gayri yâri neyleyim?
’Ben’sizim, gayri beni bir dem ve bir an anlamaz.
Şerhimi ezberledim, virdim odur çün daima
Güft ü gû, mazi, muzari, kıssa, destan anlamaz.
Müntehayı bahri kalbim, fülki olmuş, 'kâf' ü 'nûn'
İşbu kalbi anın için seyri umman anlamaz.
Gel, Murad’ın kavlini ezberle, harz-ı can kıl.
Âşık olan kimseyi Nu'mân-ı devran anlamaz.

(Sensizim sevgili, anlamaz bir lahza bu can beni. Cennete varsam eğer, anlamaz cennetin genç delikanlılarıyla hurileri. Ben kendime yar olayım tek, başka dostu neyleyim? 'Ben' sizim, zaman ve an bile anlamaz artık beni. Açıklamamı ezberledim, dilimden düşmeyen odur sürekli Dedikodu, geçmiş, geniş zaman, öykü, destan beni anlamaz. Kalp denizindeki suyun, gemisi olmuş 'kâf'ü 'nûn' İşte bu kalbi, bu nedenle engin denizleri dolaşan anlamaz. Gel Murad’ın sözünü ezberle, canın gibi bil. Âşık olan kimseyi, evrenin Nu 'mân'ı anlamaz.)



Belli çevrelerce Fatih'in şiirlerine yüklenmek istenen mânâları görünce cehaletin bu kadarı da ancak tahsille mümkün olur demekten kendimizi alamıyoruz.

Osmanlı Hanedanının Şairliği ve Fatih

Milletimizin sinesinde yer etmiş ve onun şahsiyet teşekkülünün iksiri olmuş gönül sultanlarına yönelik Don Kişotça saldırılar yeni değil. Fakat nasıl bir toplum haline geldik ki tarihimizin iftihar edeceğimiz numune taraflarını (hadiselerini) bile münakaşa mevzuu yapmayı becerebiliyoruz.
İstanbul'un fetih yıldönümü münasebetiyle haftalarca bir televizyon kanalında ve bazı gazetelerde Fatih Sultan Mehmed tartışıldı. Bu arada onun şairliği üzerinde de duruldu. Ben bu vesileyle gündeme gelen hem Fatih'in hem de Osmanlı hanedan mensuplarının şairliği meselesi üzerinde durmak istiyorum.

Sanat-saltanat iklimi

Sanat ve saltanat birbirleriyle tarih boyunca en çok birlikte kullanılan iki kelimedir. Saltanat mensupları sanatçıları kendi yapıp ettiklerini hem çağdaşlarına hem de çağlar ötesine anlatıp tanıtacak isimler adlarını ölümsüzleştirecek unsurlar olarak görürken; bulunduğu konum gereği hem çağına söylenecek sözü olan hem de bunu gelecek nesillere de iletebilme gayreti içindeki sanatçı saltanat sayesinde sanatını icra edebileceği bir ortam bulabilmek umuduyla devlet yöneticilerine yaklaşmış böylece sözünü ettiğimiz ilişki ortaya çıkmıştır.
Bu münasebet Doğu ve Batı dünyasında aynı görüntülerle karşımıza çıkar. Fakat saltanat mensuplarının aynı zamanda sanatçı olma özelliği büyük ölçüde bizim tarihimizde görülen ilginç bir manzaradır. Hem Doğu hem de Batı dünyasında başta şiir olmak üzere güzel sanatların çeşitli şubeleriyle meşgul olmuş hattâ bu alanlarda başarılı sayılan sultan ve krallara rastlanmaktadır. Ama bunun neredeyse bütün hanedan mensuplarına yayılmış dünyadaki tek örneği Osmanlı hanedanıdır. Ondan sonra da sırayı diğer Türk hanedan mensupları almaktadır. Benzer şekilde Timurlular'da Erdebilî hanedanında Şirvan hanlarında Kaçarlar'da Kazak ve Türkistan hanlıklarında bu durum sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
Tümü belgelendirilemese de halkımız Osman Gazi'den başlayarak Sultan Reşad'a kadar hemen bütün padişahlara pek çok şehzadeye hattâ hanım sultanların bir kısmına şairlik isnad etmektedir. Bunların önemli bir kısmının da elimizde dîvanları bulunmaktadır. Hattâ bunlardan Muhibbî mahlasıyla şiirler yazan Kanunî Sultan Süleyman Türk edebiyatında en çok gazel yazmış şairdir. Yine Muradî mahlasıyla şiirler yazan III. Murad klasik şiirin en hacimli dîvanlarından birinin sahibidir.

Mükemmel bir eğitim

Kuşkusuz Osmanlı hanedan mensuplarının başta şiir olmak üzere bilim ve sanatla böylesine iç içe olmalarının bazı sebepleri vardı. Onların bu özelliklerini öncelikle yetişme tarzlarıyla izah etmek gerekecektir.
Özellikle devletin kendisini toparladığı tarihlerden itibaren gelecekte sorumluluk sahibi olacak kişilerin eğitimine büyük özen gösterilirdi. Dört yaşından itibaren özel hocalar nezaretinde eğitilen şehzadeler ilk derse Kur'an'la başlar diğer dinî ilimleri en seçkin hocalardan okuyarak bilgi sahibi olurlardı. Şehzadeler Türkçe'den başka Arapça Farsça Latince Yunanca Rumca Sırpça ve Çağatay Türkçesi gibi dil ve lehçelerden birkaçını da öğrenmek zorunda idi. Tarih Coğrafya Harp Sanatı Astroloji Matematik Mantık Kimya gibi ilimleri de okuyan şehzadeler tasavvuf müzik avcılık atıcılık güreş vb. sportif faaliyetleri de başarıyla icra ederlerdi.
Müzik ve şiir Osmanlı saraylarının güzel sanatlar içerisinde en çok önem verdikleri iki alan idi. Bu yüzdendir ki Osmanlı hanedan mensuplarının büyük bölümü güzel sanatların bir ya da birkaç şubesiyle ilgilenmiş bir kısmı da bu alanlarda yenilik sayılacak çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Meselâ sultanlar arasında müzikte yeni makamlar bulanlar olduğu gibi hat kuyumculuk ve marangozluk gibi alanlarda da isim yapanlar vardı.

Çağının önde gelen şairi

Kaynaklar Yıldırım Bayezid devrinden itibaren Osmanlı Devletinde şiir ve şairin varlığından söz etmeye başlarlar. Fakat Osmanlı Devletinde pek çok başka mesele gibi kültür-sanat faaliyetlerinin de bir sisteme oturması II. Murad devrinde hız kazanmış Fatih devrinde belli bir düzene oturmuştur.
Fatih Sultan Mehmed (1432-1481) Osmanlı sultanları içinde bilim ve sanata sağladığı imkânlar bakımından ilk sırada değerlendirilecek bir isimdir. Onun zamanında bilim hat musıkî ve şiir alanında gözle görülecek gelişmeler ortaya çıktı. İstanbul'da maiyetinde 185 şairin bulunduğu rivayet edilmektedir. Özellikle Ahmed Paşa (ölm. 1497) Necatî (ölm. 1509) Melîhî Aşkî Bursalı Mehdî Şemsî Ulvî Zeynep Hatun Haffî ve Nizâmî Fatih'in çevresindeki belli başlı şairlerdir. Avnî mahlasıyla şiirler kaleme alan Fatih Sultan Mehmed Osmanlılar'da şiirlerini bir araya getiren ve adının dışında mahlas kullanan ilk padişahtır. Eldeki örneklere göre Fatih kendi çağının önde gelen birkaç şairi istisna edilecek olursa şair olarak da dikkatle üzerinde durulması gereken bir isimdir. Bugün elimizde bulunan ona ait örneklerin tamama yakını gazel nazım şekliyledir. Osmanlı içtimaî yapısının bezm tarafını anlatan bu nazım şekli mahiyeti gereği âşık ve mâşuk arasındaki platonik sevgiyi dile getirir. Bu duygular Fatih Divanı'nda sade ve samimi bir üslup içinde dile getirilmiştir. Bununla birlikte onun cihan padişahı olduğunu vurgulayan örneklere de rastlanır.

Şarap ve sevgili

Son zamanlarda televizyon ve gazetelerde Fatih Sultan Mehmed'in bazı gazellerinde şarap kelimesinin ve sevgiliyle ilgili unsurların bolca kullanılmasından hareketle bu motiflerin onun yaşadığı hayatın bir yansıması sayılması lazım geldiği hususu üzerinde durulmuştur. Bu yaklaşım Dîvan şiirinin kendine özgü özelliklerinin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Hanedan mensupları da sonuş olarak içinde yaşadıkları geleneğin temsilcisidirler. Dîvan şiiri bir geleneğin şiiridir ve bu anlayış günümüzdekinin tersi olarak ileri düzeyde mecaza yaslanmış olup söylenenden çok işaret edileni dile getirmektedir. Bu gelenekte şair bahsedeceği konuları bunları nasıl söyleyeceğini hangi duyguları dile getireceğini hangi motif ve mazmunları kullanacağını öğrenmiş olarak sanatını icra eder. Kısacası Dîvan edebiyatında şair kendisi olmak yerine geleneğin gösterdiği duyuşların ifadecisidir. Özellikle aşk ve sevgili bahsinde şair bunu gerçek macerası dışında bir rol alış şeklinde ifade eder. İçkiden söz ediyorsa bu çoğu zaman gerçekten yaşanmış bir halin anlatımı değil zihnî bir faaliyetin ürünüdür. Kendisinin aşk karşısındaki konumu ya da sevgilisine yaklaşımı da çoğunlukla gelenekteki gibidir. Yani kendisi dilenci sevgilisi herşeye gücü yeten bir sultan konumundadır. Sevgilisinden söz ederken

Zülfünün zencirine kul eyledin şâhım beni
Kulluğundan kılmasın âzâd Allahım beni

şeklinde seslenecektir.
Şeyhülislâm ve meyhane!
Burada klasik şiirin sevgilinin saçının tuzağına yakalanan âşık imajı yanında sevenin kul sevilenin herşeye gücü kudreti yeten şah olarak tanımlanması ve bu kulluktan son derece mutlu olunduğu için hiç bir zaman kurtulmak istenmemesi motifi pek çok şair tarafından aynı şekilde işlenmiştir. Bu bakış açısı gerçekten sevgilisi karşısında âciz başka şairlerce de daha doğrusu bütün dîvan şairlerince de asırlar boyu tekrarlanagelmiştir. Bu klaasik şiir için öylesine alışılmış bir durumdur ki bırakın padişahı XVII. yüzyılın ünlü şairi Şeyhülislâm Yahya Efendi

Mescidde riyâ-pîşeler etsin ko riyâyı
Meyhâneye gel kim ne riyâ var ne mürâyî

beytini dile getirmiş kimse bu ifadeleri gerçek manasıyla değerlendirip onu görevden almayı düşünmemiş Osmanlı'nın şeyhülislâmı mescidi kötüleyip meyhaneyi övüyor dememiştir. Meseleyi mecaza yaslamadan ele alacaksak Fuzûlî'nin Hz. Peygamberi övdüğü Su Kasidesinde yer alan

Ben lebin müştakıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huşyâre su

beytini nasıl açıklayacağız. Aynen çevirirsek ben dudağını özlüyorum zahidler ise kevsere talib. Bunda şaşılacak bir şey yok sarhoş içki ayık olan ise su içmek ister anlamı verilebilecek beyitten şairin muradı elbette bu değildi. Klasik şiirde vahdet-kesret (birlik-çokluk) ikilemi üzerine beytini kuran şair burada vahdeti ifade eden leb kelimesi ve kesreti ifade eden kevser kelimesinin çağrışımlarıyla oynamaktadır. O zaman şiir ben cennette Allah'ın cemalini görmek istiyorum ham sofu ise kevseri istiyor. Allahın azameti ve güzelliği karşısında sarhoş olan ben bu sarhoşluğu daha da arttıracak şeyler isterim. Menfaat düşkünü olan zahid de kevsere taliptir demek istemektedir. Bunu Yunus da

Cennet cennet dedikleri
Bir kaç köşkle bir kaç hûrî
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni

şeklinde ifade ediyordu. Burada Yunus rindlerin temsilcisidir köşk ve huri isteyenler de zahidlerdir. Bir başka ifade ile burada ibadeti sırf Allah rızası için yapanlarla bundan karşılık bekleyenler karşılaştırılmış ve ikinciler kınanmıştır.
Anlamak için bilmek gerek
Peki klasik şiirde yer alan kelimeler her zaman mı mecaz olarak anlaşılmalıdır? Tabii ki hayır. Orada da sevgilinin zaman zaman beşerî olanı çağrıştırdığı meyin gerçek şarap anlamında kullanıldığı elbette vakidir. Hattâ aynı şekilde şair zaman zaman da kendi psikolojik iç dökümlerini şahsî duygularını dile getirir. Bunlara Tezkireciler hasb-i hal tarzı şiir adını veriyor. Yine Fatih'e dönecek olursak onun

İmtisâl-i câhidü fillâh oluptur niyyetim
Dîn-i İslâmın mücerred gayretidir gayretim

beyti ya da

Bizimle saltanat lafın edermiş ol Karamânî
Hudâ fırsat verirse ger kara yere karam ânı

gibi ifadeleri mecaza gerek duymayan anlatımlardır.
Bize has bir terslik
Mecaz aynı zamanda şiire farklı anlamlar yükleyebilmenin de kapısını açar. Bu yüzdendir ki şark şiiri farklı kültürel seviyedeki okuyucunun beklentisine de cevap veren bir şiirdir. Günümüzde bazı insanlar bu örneklere çağı içindeki bakış açılarıyla bakmayabilir. Kendi çağdaş birikimleriyle bu şiiri değerlendirebilirler. Kısacası Mevlana'nın ifadesiyle söyleyecek olursak deniz ne kadar büyük olursa olsun oradan alacağımız su miktarı elimizdeki kabın büyüklüğü kadardır.

Günümüzde de gelişmiş devletin ölçüsü bilime sanata spora sağladığı destekle orantılıdır. Osmanlı hanedan mensupları özellikle devletin ve kültürün dinamik olduğu dönemlerde şiire ve başka güzel sanatlara gösterdikleri ilgi ile dünyada örneği az görülen bir uygulamanın sahipleridir. Bunun ötesinde onlar bizzat sahnede rol alışlarıyla da farklı bir manzara sergilemişlerdir. Böyle bir örneğe başka toplumlar sahip olsaydı meselâ Napolyon'un bugün elde Fransızca'nın önde gelen şairleriyle boy ölçüşecek düzeyde bir şiir kitabı bulunsaydı kendi toplumu acaba bunu nasıl değerlendirirdi? Türk toplumu nasıl bir hâle geldi ki tarihimizin övünç duyacağımız numûne hadiseleri üzerinde bile tartışma yapabiliyor veya onları münakaşa mevzuu yapmayı becerebiliyoruz.
ALINTI



Kalbim Atar Cansız, Geçmez Gün Ahsız, Vahsız..
  Alıntı ile Cevapla

Cevapla
Etiketler
açısı, adlarını, adının, ait, alanında, allahın, almak, ancak, anlamı, anlatan, arasında, arasındaki, ardından, artık, astroloji, asıl, aşk, bakımı, bakış, bazı, beklentisi, beni, beraber, bilim, biri, birini, birlikte, blue, boyunca, bugün, bulunduğu, bırakın, büyük, Çağatay, canım, cenneti, çıkmak, daha, değildir, defa, demek, devlet, diğer, dini, doğru, dünyayı, dışında, dört, eda, eden, eğitimi, ekrem, etmeye, evi, farklı, gece, geçen, gelecek, gelecekte, gelir, gelişmeler, gelişmiş, genç, gerçekten, gibi, gün, günü, görevden, görünce, göz, hali, hayatı, hayır, hiç, hükümet, içerisinde, içindeki, içki, içmek, ilgi, ilgili, ilginç, ilk, insanlar, ismi, ister, istiyorum, izle, kadar, karşılık, kendi, kendimizi, kendini, kendisini, kim, kullanan, kura, kutlu, küçük, kısa, manas, mehmet, mescidi, mevlana, murat, mümkün, müzik, nas, nazım, neden, neyleyim, olacak, olan, olarak, olduğu, olmak, olmuş, olsun, olur, ortaya, paşa, prensesi, sahip, sana, sanatçıları, sarhoş, sebebi, seçkin, sevgili, sis, sonra, spor, suyu, sözlerini, sözü, tabiri, tekrar, türk, türkçe, veren, veya, yansıması, yazan, yazdığı, yaşadığı, yaşı, yaşında, yer, yere, yeri, ünlü, yok, yükle, yıldönümü, yüzde, üzerinde, yöneticileri, zeynep, öğrenmek, öğretim, ölümü, önemli, özellikleri, şiir, şiiri, şiirler


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)